Evet, yanlış duymadınız. Kayyumluk artık bir meslek dalı gibi. Belediyelere, şirketlere, siyasi partilere, derneklere, vakıflara, hatta sendikalara kadar uzanan geniş bir yelpazede “atama” furyası yaşanıyor. Bu yıl öyle bir alım yapıldı ki, neredeyse kayyum atanmayan kurum kalmadı. Yakında Tabipler Odası’na, Barolar Birliği’ne de atanırlarsa şaşırmayın. Belki apartman yönetimlerine bile gelir sıra.
Teknik olarak bakarsak, kayyumluk bir “idari görevlendirme” biçimi. Ama pratikte, seçilmişlerin yerine atanmışların geldiği, yerel iradenin yerini merkezi reflekslerin aldığı bir sistem. Görev süresi belli değil, maaş kurumun imkânlarına göre şekilleniyor, çoğu zaman atanmış kişi tarafından belirleniyor. Performans kriteri mi? Atayan makamın memnuniyeti yeterli.

Bu yeni meslek dalının bazı avantajları da var elbette:
• KPSS yok, mülakat yok, torpil zaten sistemin içinde
• Seçimle uğraşma derdi yok
• Kurumun tüm kaynaklarına erişim var
• Muhalefetle uğraşma zorunluluğu yok
• Görev süresi “ihtiyaç duyulana kadar”
Toplum olarak bu yeni mesleğe alışıyoruz. Kimileri bunu “kriz yönetimi” olarak savunuyor, kimileri “kurumsal vesayet” olarak eleştiriyor. Ama gerçek şu ki, kayyumluk artık sadece bir idari pozisyon değil; yeni bir yönetim anlayışının adı.
Belki ileride üniversitelerde “Kayyumluk ve Atama Yönetimi” diye bir bölüm bile açılır. Ders kitaplarında “Kayyumun Görev Tanımı”, “Atanmış İrade ile Kurumsal Dönüşüm” gibi başlıklar görürüz. Kim bilir, belki bir gün “Kayyumlar Günü” bile kutlanır.
Toplumun nabzını tutan biri olarak bu gelişmeyi not düşmek istedim. Çünkü bazı meslekler vardır, sessizce gelir ama gürültülü iz bırakır. Kayyumluk da onlardan biri.








YORUMLAR