Oval Ofis’e giden yol her zaman belirsizliklerle ve sürprizlerle doludur; özellikle de masanın diğer ucunda Donald Trump oturuyorsa. Ukrayna lideri Zelenski’nin yaşadıkları bunun en çarpıcı örneği olmuştu. Trump’ın tarzını bilenler iyi bilir: Dengeleri gözetmek ve ince ince müzakere etmek onun kitabında yazmaz. Dosyaları hızla kapatıp “oldu bitti” yaratmaya alışmış bir liderdir. Müzakereyi eşitler arası bir alışveriş değil, karşı tarafa dayatılacak bir anlaşma olarak görür.
Bu nedenle 25 Eylül’de Washington’da yapılacak zirve, sadece bir fotoğraf karesi değil; ticaret, güvenlik, teknoloji ve yatırım alanlarında milyarlarca dolarlık bir pazarlığın sahnesi olacak. Arka planda ise Rusya, Çin, İsrail, Karadeniz ve yaptırımlar gibi jeopolitik konular konuşulacak. Ancak iki lider tüm başlıkları oturup detaylı biçimde müzakere etmeyecek; asıl yük ekiplerin ve danışmanların sırtında olacak. Pürüzlü ve kritik meseleler liderlerin kararına bırakılacak. Zamanın darlığı nedeniyle işlerin sıkışık bir gündeme sığdırıldığı, bu yüzden ön müzakerelerin önem taşıdığı ifade ediliyor.
Trump’ın Ajandası
Trump’ın hedefi net: Amerikan seçmenine “istihdam ve refah” hikâyesi sunmak. Boeing ve Lockheed Martin kasalarını dolduracak kontratlarla seçim kampanyasında elini güçlendirmek istiyor. AB, Çin ve Körfez ülkeleriyle yaptığı gibi, Türkiye ile de büyük ölçekli anlaşmalar peşinde.
F-16 tedarik ve modernizasyonu
Boeing uçak siparişleri
F-35 programına geri dönüş ihtimali
Bu başlıkların toplam değerinin en az 20–25 milyar dolar olması bekleniyor.
Türkiye’nin Hesabı
Ankara açısından tablo daha karmaşık. Bu anlaşmalar Türkiye’nin hava gücünü 2030’ların ortasına kadar takviye edebilir, Yunanistan ve İsrail’in F-35 üstünlüğünü kısmen dengeleyebilir. Washington ile normalleşme, finansmana erişimi kolaylaştırabilir, yaptırım baskısını hafifletebilir, 100 milyar dolarlık ticaret hedefine yaklaştırabilir ve yatırımcıların gözünü yeniden Türkiye’ye çevirebilir.
Ancak ağır bir fatura da kapıda. Savunma bütçesinin neredeyse yarısı bu alımlara gidebilir. Washington’un kredi paketi önermesi de muhtemel görünüyor. Esas mesele teknoloji transferi, ortak üretim, elektronik kilitler, kullanım kısıtları ve lojistik zincirinde ABD’ye mahkûmiyet gibi Türkiye’nin özerkliğini sınırlayabilecek başlıklarda düğümlenecek.
Alternatifler
Eurofighter Typhoon seçeneği hâlâ masada. Berlin’in vetosunun kalkması halinde İngiltere, İspanya ve İtalya ile ortak üretim ve bakım üsleri gündeme gelebilir.
Rusya veya Çin’den yapılacak alımlar pazarlık gücü sağlayabilir ama siyasi maliyeti yüksek olur. S-400 deneyimi hâlâ hafızalarda.
Yerli KAAN projesi stratejik hedef olarak masada duruyor; ancak 2030’dan önce operasyonel olgunluğa ulaşması zor görünüyor. Bu nedenle ABD üzerinden ivedi köprü çözümler kaçınılmaz görünüyor.
Enerji ve Sanayi: Asıl Kalıcı Dosya
Türkiye–ABD ilişkilerinin kalıcılığını belirleyecek olan sadece uçak sayısı değil. Enerji, sanayi, teknoloji ve lojistik alanlarında kurulacak ortaklıklar stratejik ortaklığı gerçek kılacak.
Türkiye, Doğu Akdeniz ve Avrasya’da enerji merkezi rolünü güçlendirmedikçe; ABD LNG’siyle uzun vadeli kontratlar yapılmadıkça ve ortak depolama projeleri kurulmadıkça ticaret hedefleri havada kalır.
Ciddi potansiyel ise mevcut:
Afrika’da arama–üretimden petrokimya ve mini-grid projelerine kadar Türk müteahhitliği + Amerikan finansmanı iş birliği,
Orta Asya’da bakır, uranyum ve nadir toprak elementleri için ortak fonlar, Trans-Hazar geçişinde Türkiye’nin rolünün ABD kredileriyle desteklenmesi,
Yeşil dönüşümde batarya, hidrojen, karbon yakalama ve ısı pompaları için ortak üretim ve Ar-Ge merkezleri.
Trump’ın diğer NATO ülkelerine yaptığı “Rusya’dan petrol alımını durdurun” çağrısını Erdoğan’a da yapması bekleniyor. Ancak Ankara’nın bu aşamada olumlu yanıt vermesi zor.
Siyaset Dosyaları
Enerji başlığı siyasetten bağımsız düşünülemiyor.
Kıbrıs: ABD’nin yeni vizyonu Türkiye’yi tatmin etmezse Doğu Akdeniz denklemi çöker.
Gazze: Washington’un yapıcı rol üstlenmemesi, projelerin önünde siyasi risk oluşturur.
Suriye: YPG özerklik baskısı Ankara’nın kırmızı çizgilerini zorlayabilir.
Halkbank davası ve Reza Zarrab dosyası hâlâ kapanmadı.
Trump ailesinin Türkiye’deki gayrimenkul ilgisi ve Washington’daki sermaye çevreleriyle bağlantıları da masanın görünmeyen başlıkları arasında.
Fotoğrafın Ötesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan için Oval Ofis’te çekilecek fotoğraf elbette önemli. Ancak asıl değerli olan, o fotoğrafın arkasına yazdırılacak “kazan-kazan” dengesi olacak.
Türkiye’nin beklentileri net:
Savunma alımlarının teknoloji transferi ve yerelleştirmeye bağlanması,
YPG/PYD konusunda yazılı güvence alınması,
Enerji dosyasının Doğu Akdeniz’den Orta Asya’ya ve yeşil dönüşüme kadar genişletilmesi,
Ticaret hedefinin krediler, gümrük kolaylıkları ve yatırım yönlendirmeleriyle güvence altına alınması.
Ve en önemlisi, Türkiye’nin kendisini yalnızca ABD’nin “bölgesel ortağı” değil, yeni dünya düzeninde stratejik oyun kurucu olarak konumlandırması.
25 Eylül zirvesi, iki liderin buluşmasından çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu fırsat, kalıcı bir ortaklığa dönüşebilir ya da geçmişin bağımlılıklarını ağırlaştırabilir. Oval Ofis’ten çıkacak en büyük kazanım ise bir fotoğraf değil, Türkiye’nin beklentilerini güvence altına alacak yazılı ve somut taahhütler olmalı. Aksi halde geriye yalnızca hayal kırıklığı kalır.
