Bu doğa yasasını siyasetle karşılaştırmak kaçınılmazdır. Toplumun önüne çıkan temsilciler de tıpkı toprak gibidir. Kimileri bilgisiyle, liyakatiyle ve vicdanıyla üretkenlik sağlar; çözüm üretir, halkın yükünü omuzlar. Kimileri ise yalnızca görünür olur, koltuğu işgal eder, ama koltuğun hakkını vermez. Verimli toprak gibi olan temsilci halkına değer katar. Verimsiz ise yalnızca alanı meşgul eder.
Tarımda kullandığımız iki önemli kavram var: nadas ve münavebe. Toprağın bir süre dinlendirilmesi, kendi doğasına dönmesi ve sonrasında daha verimli hale gelmesi; ya da bir alanda farklı ürünlerin sırayla ekilmesiyle toprağın yorulmasının önlenmesi. Her ikisi de sürdürülebilirlik için şart.
Siyasette ise bu iki kavramın karşılığı ne yazık ki nadir görülür. Bir kişi bir makama geldiğinde, koltuğun sahibi gibi davranır: “Benden iyisi yok,” der ve yıllarca orada kalır. Oysa koltuk, kendini yenileyebilmeli; sistem, farklı fikirlerle beslenmeli. Sürekli aynı kişi, aynı anlayışla devam eden bir yapı; toprağı sürekli aynı ürünle ekmek gibi verimsizleştirir, kurumlaştırır ve halkın umudunu kurutur.
Verimlilik, yalnızca üretmek değildir. Doğru zamanda geri çekilmek, dinlenmek ve yerini yeni enerjiye bırakmak da verimliliğin parçasıdır. Tıpkı toprağın kendini yenilemesi gibi; siyaset de dönüşebilmeli, yeniden yeşerebilmelidir.
Toprağı bilen, siyaseti de bilir. Üretken olanla dolgu yapanı ayırt etmenin zamanı geldi.
Verimli topraklar, verimli temsilciler
Toprağı tanımak, yalnızca çiftçiliği değil; hayatın döngüsünü, emeğin karşılığını ve sistemlerin işleyişini anlamaktır. Ziraat mühendisliği bize gösterir ki, her toprak eşit değildir. Bazısı üretken, bazısı yalnızca dolgu görevi görür. İşlenebilir yapıda olan toprak, tohumu kabul eder, ürünü besler, bereket sunar. Diğeri ise yalnızca alan doldurur, yer kaplar, ama katkı sunmaz.

